Çok partili hayata geçtiğimiz 1946 yılından bu yana her 4-5 senede bir ve bazen de erken seçim adıyla daha kısa zaman aralığında seçimlere gidiyoruz. Bu, ülkemizde uygulanan demokratik sistemin bir gereği olarak yapılması şarttır, denilmektedir. “Ülke yönetimini halk serbest iradesiyle vereceği oy’larla belirlemeli ve yöneticiler de halka karşı sorumlu olarak ona hizmet üretmelidir” diye de ilave ediyorlar. Demokrasiyi askıya alan birkaç askeri darbeyi saymazsak bu işler 80 senedir devam edip durmaktadır.
Konumuza önce “seçim” kelimesinin manasını ele alarak başlayalım. Seçim, çokluk içerisinden, seçenin şartlarına uygun bir veya birkaç şeyi belirlemektir. Mesela evinize alacağınız bir koltuk takımı için birkaç mağaza gezdiniz, buralardaki koltuk takımı için birkaç koltuk takımını beğendiniz. Şimdi sıra onu almaya geldi ve son kere yapacağınız bir tercihle onu belirlersiniz ve artık satış şartlarını öğrenerek o takımı alırsınız. İşte bu arama, inceleme ve değerlendirmelerin bir adı da yine seçimdir.
NEYİ, NİÇİN SEÇİYORUZ
Millet, önüne çıkan partileri ve bunların adaylarını verdiği rey’le belirlemekte ve seçmektedir. Seçimlerde siyasi partilerden birini seçerken yukarıda ki gibi objektif bir davranış sergileyemiyoruz. Çevresinde, partilere tarafsız gözle bakarak onları inceleyen ve şartlarına uygun olanını belirleyerek seçebilen insanlar görebiliyor musunuz? Yoksa “futbol takımı tutar gibi” bir partiyi tutarak ona rey vermeye çalışanları mı daha çoktur?
Şurası bir gerçektir ki bu ülkenin bütün partileri bu milletin bağrından çıkmıştır. İyi veya kötü görüşlerini açıklamakta, iktidara geldiklerinde neler yapacaklarını anlatmaktadırlar. O halde seçim yapıyorsak bize uygun partiyi beyanlarından, daha önce hükümette bulunmuşsa icraatlarından belirleyerek ve ona göre rey vermemiz gerekir.
“Kişi sevdiğinin hatalarını göremez” kuralına göre bizi 4–5 yıl idare ettiği ve iyi-kötü icraatlar yaptığına göre daha önce kendisine oy verdiğimiz bir partinin vicdanınızda tartılması ve seçimde ona göre değerlendirilmesi gerekmez mi?
PARTİLER MEDYA İLİŞKİSİ
Diyeceksiniz ki, her gün ve her saat ortalığı bulandıran bir medya gurubuyla karşı karşıyayız. Bunlar, 60 senedir sadece iki partiyi gündeme getirmekte ve o ikisinin birbirlerine, “Tencere tavaya dibin kara, tava da tencereye senin dibin benden kara” oyunu oynanmaktadır. Bizler de bu atmosferde ikisinden birini tutmaya mecbur kalıyoruz.
Bir başka ifadeyle ülkemizde satış sayıları binleri bulan gazeteler, seyredilme oranı (reyting) fazla televizyonlar, birer horoz dövüştürücüsüdürler. Onların uygun buldukları partileri birbirleriyle kapıştırarak milletimizi bu partilerle meşgul etmektedirler. O ona atar, öteki ona. Ülke sorunları ve milletin dertlerini dile getirmek bu adamların konusu değildir.
Ancak burada insanda bulunan ulvi bir duygu olan “Feraset” devreye girmelidir. Yani oynanan oyunun farkına varma melekesi çalışmalıdır. Eğer oyunun farkına varılamıyorsa, eyvah bize, vah bize… Bu durum, başımıza daha birçok felaketin geleceğine işarettir. Peygamberimiz; “Mü’minin ferasetinden sakınınız. Çünkü o Allah’ın nuruyla olaylara nazar eder buyurması boşuna değildir. Her zaman aldanıyor ve olayların arkasını göremiyorsak bu feraset eksikliği bizim iyi mümin olamadığımızın da bir göstergesidir.
OY VERMEK, YETKİ VERMEKTİR
Verilen oy’un bir kâğıt parçası olmadığını bilelim. Bu kâğıtla malımızı, canımızı, ırzımızı, evlatlarımızın imanını ve bunlar gibi değerlerimizi bizi idare edeceklerin eline verdiğimizi idrak edelim. “Ben rey kullanmıyorum veya boş pusula atıyorum” demenin hiç bir geçerliliği yoktur. Diğer seçmenlerin oy vermesiyle yönetimin seçilebildiğini, iyi olanı tespit ederek oy’umuzu ona vermezsek büyük vebalin bizi de beklediğini bilelim. Halkın 5 senede bir söz sahibi olduğu, eğer oy’unu isabetli kullanamazsa 5 sene bir daha kendisine söz hakkı verilmediğini artık idrak edelim.
SEÇİMLERE İKİ PARTİ GİRER
Partiler iki ana gurupta toplanırlar. Bunlar milletin görüşü doğrultusunda kendini tanımlayan veya milleti görüşü demek olan “Milli görüş” partisi ile seçildikten sonra ABD’nin, AB’nin, IMF’nin tesirlerine kapılarak onların peşinden giden “İşbirlikçi partiler” yani diğerleri, diğerleri, diğerleridir. Mesela ABD’nin Stratejik ortağı olmak, BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) eş başkanlığı yapmak, AB (Avrupa Birliği) için yatıp kalkmak gibi…
Türkiye’yi kendi projeleri doğrultusunda çalıştıran ABD, bu sebeple Irak’ı işgal etmiş, çoğu çocuk bir buçuk milyon masum insanımız öldürmüş, milyonlarca kadın ve kız tecavüze uğramışlardır. Suriye’nin hali de bundan faklı değildir. Bu işbirliğinin vebali sadece hükümeti değil onları oylarıyla oraya taşıyanları da kuşatmaktadır.
Türkiye, bir an önce kuracağı İslam Birliği ile (D- 8 hazır beklemektedir) ABD ve AB ekseninden kurtulmalı ve bir an önce kendinin ve Orta doğu ülkelerinin kaderini belirlemede söz sahibi olmalıdır.
YANILMAYA SON
Geliniz bir daha kimsenin oyuncağı olmamak için… Dün oy verdiklerimize bugün pişman olamamak ve işbirlikçi kuklaların arkalarında ki kuklacıya iyi bir ders vermek için… Bu seçimi iyi değerlendirelim. 1974–77 Kıbrıs barış harekâtının gerçek sahiplerine, 200 Ağır Sanayi fabrikasının kurarak üretim ve istihdamın önünü açanlara, 1996–97 de “Denk bütçe” ve “Havuz sistemi” icat ederek sömürü hortumlarını Rantiyeye değil milletin refahına çevirenlere oyumuzu verelim.
İşçi, memur, dar gelirli, esnaf, çiftçi, köylü, emekli, dul, yetimler gibi toplumun temelini refaha erdirmek için 100 alana 200–300 hatta 1000 vererek “Milletin hükümeti” unvanını kazananları unutmayalım. Başta milletimiz, ardından dünya insanlığının sömürü ve esaret çarklarından kurtarılabilmesi maksadıyla “Yeni bir dünya”yı kurmayı vadeden bunu için D-8’i hayata geçirenlere oyumuzu verelim. “Hakk”ı ölçü alanlara destek olalım. Başta kendimizi sonra evlatlarımızı ve torunlarımızı düşünelim.