Filistin’de ki kardeşlerimizin İsrail tarafından açık hava hapishanesine alındığını, yeme, içme ve ilaç gibi en tabii ihtiyaçlarını bile konan ambargolar yüzünden temin edemediğini yakinen biliyoruz.
Bu İsrail’in canı biraz eğlence istedi mi başlıyor Filistin’i ve özellikle Gazze’yi bombalamaya… Sadist İsrailli aileleri ise çıktıkları bir kayanın tepesinden bombalanan yeri seyrederek, bulundukları yerden sevinç çığlıkları atıyorlar.
Bu ve benzeri manzaralar bizlerin yüreğimizi ağzımıza getirirken, onların sadistçe attıkları sevinç çığlıklarıyla, bunların nasıl sadist birer insan olduklarını tahmin edebiliyoruz.
Filistin böyle acı… Suriye, bir başka acı… Irak, bir başka acı… Afganistan, Azerbaycan, Dağlık Karabağ, Çeçenistan, Doğu Türkistan, Keşmir, Zimbabwe ve daha birçok İslam ülkesi… Hepsinin çektiği çileler ve acılar aynı. Bu zulmü reva görenler ise güya farklı milletler. Kimi İsrailli, kimi Ermeni ve kimi de Rum…
 Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale destanın da dediği gibi;
“Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk./Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk. 
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela.../Hani tauna da zuldür bu rezil istila...”


 YA İÇİMİZDE Kİ FİLİSTİN
Biz hep dışarıda ki eziyet ve zulümlere bakıyoruz. Ya içimizde kulaklarımızın zarlarını patlatırcasına feryat edenlerin elem ve ızdırapları… Onların sessiz çığlıklarını, azıcık insan olan veya mayasında biraz insanlık bulunanların duyması gerekmez mi?
Anlatmak istediğim kurumun yaşı hayli eski. Ben diyeyim seksen siz deyin yüz… Başlarında ise vatandaşımız olmakla birlikte bir Ermeni ve bunların adamları var.
Bir küçük hataları sebebiyle buralarda zorunlu iskân ettirilen bu insanlar, bu hatalarının cezasını bir ömür boyu çekmek durumunda bırakılmışlardır.
Hepsi de birer ana kuzusu olup sayıları üç veya beş değil, on bine yakındır. 
Hürriyetlerinin tahdit edilmesi derseniz, burada fazlasıyla var.
Annesini, babasını, kardeşlerini ve arkadaşlarını ve diğer sevdiklerini görememe, onlarla hasret giderememe cezaları var.
Dışarıda da bunların en yakınları da aynı hasret acısı ile birlikte bu evlatlarını çektiği eziyetleri düşünerek kahrolmaktadırlar.
Bunların, bir yuva kuramama, çocuklarının olmaması ve onları göğüslerine basamama cezaları var. Bir kısmı çocuk hasretini giderebilmek için ellerinde yapma bebekler taşıyorlar.
Ağlasalar gözyaşlarını silecek kimseleri yoktur. 
Hastalansalar, hemen ilaç, iğne “bir an önce iyileşsinler de görevlerine başlasınlar” denilerek tedavi ettirilmektedirler.
Hemen hepsi kendi doğup büyüdükleri topraklarda ama bilmedikleri tanımadıkları yerlerde iskân etmeye mecbur bırakılmışlardır.
Kendi istekleri ile bir yere gidemez, bir arkadaşlarıyla görüşemezler. İhtiyaçları olan bir maddeyi alamazlar. İhtiyaçlarını başlarında kendilerini kontrol ve takip eden iri kıyım adamları alır. Aldıkları her ihtiyaç maddelerini, üçe aldılarsa otuza, beşe aldılarsa elliye bu zavallılara senetler imzalatarak borçlandırırlar.  
En basit bir haberi bile reyting (çok seyrettirme) uğruna ballandıra ballandıra anlatan bu medyamız ise bu zavallıların çığlıklarını yazmazlar, söylemezler…
YASAL KÖLELİK VE HAPİSHANE HAYATI
Adliyeye intikal etmemiş binlerce olay, kaba kuvvetle bastırılırken, adliyeye intikal etmiş bir olayı da gelin birlikte inceleyelim. Sizlere “Facebook” tan bir sayfa açıyor ve Matild Manukyan ve onun tek varisi oğlu Kerope Çilingir’in sermaye olarak uzun yıllar çalıştırdıkları FİLİZ Kargal'ı ve onun avukatı Abdurrahman Tanrıverdi’nin yaşadıkları bir adli hikâyeyi vermek istiyorum.
 “Manukyan'ın seks kölelerinden biriyim. Genelevden çıkarıldığım tarihte tek kuruş tazminat almadım. Hâlbuki bunlarda 23 yıl çalışmış olup hiçbir sosyal garantim ve gelirim bulunmamaktadır. Üç çocuk annesiyim. Tekrar oraya dönmek istemiyorum. 
13 yaşında genelevde çalıştırılmanın, herhalde resmi bir kaydı olmayacaktır. Polis baskınlarında bizi ya kömürlüğe saklarlardı veya çatıya çıkarırlardı. İstanbul Ahlak Masası'nda mutlaka bu kayıtlarımız vardır. 
Ben yavrularıma adeta sürünerek bakıyorum, gençliğimi yaşayamadım, ilkokulu bitirdim ve bunların umumhanesinde işe başladım, ortaokul ve lise çağlarımı yaşayamadım. 
Onlar ise kaçıramadıkları vergilerle, “vergi rekortmeni” oldular ve devletin madalyalarıyla şereflendirildiler. Bu nedenle sigortalılığımın tespiti ile geçmiş yıllarımın primlerini yatırılarak, emekli edilmemi talep etmekteyim”
Avukatı ise; “Müvekkilim 13 yaşından beri Türkiye vergi rekortmenlerinden Manukyan'ın evlerinde hürriyeti tahdit edilerek, seks kölesi olarak çalıştırılmıştır. Halen 40'lı yaşlarda olan bu kadın evlidir ve üç çocuk annesidir. Zaten arzusu dışında yaptırılan bu işe tövbe etmiş ve bulabildiği işlerde tüm gücüyle çalışarak, günlük nafakasını kazanmaya çalışmaktadır.”
Biz insanımızın ırz ve namusunu sorgulamak isterken, bu hikâyede ki zavallının geçirdiği acı hayatının hiç olmazsa son kısmını huzurlu geçirmeye çabasını görmekteyiz.