Bir insanın sosyal olması, çevresi ile ilgisi ile ölçülür. Kendi içine kapanmış insanlara ise Asosyal denmektedir.
Otobüste, metroda, evde, toplantıda ama her yerde gençlerimize bir bakın Allah aşkına… Ellerinde bir akıllı telefon, tablet veya bilgisayar… Kafaları önlerine eğik… Gözleri ellerinde ki cihazlarda, kulaları ise zaten kulaklıkla kapatılmış… Yanlarında top patlasa haberleri olmuyor. Bunların gündüzleri böyle, geceleri böyle…
Bu gençlerin kitap okuma, yeni bilgiler öğrenme diye bir dertleri de yok. Zamanımız gençleri maalesef okuma özürlüler. “Ben her şeyi bilgisayarımdan öğrenirim” deseler de bilgisayarlarında yaptıkları onun oyunlarıyla meşgul olmaktan başka bir şey değildir.
Her şeyin en iyisini giyinme, en iyisini yeme ve içmek isterler. Hep tüketici durumda kalmak isterler. Bunların üretmek hususunda en küçük bir gayretleri yoktur. Bunlar; “Bizim tükettiklerimizi, kim üretecek?” diye düşünmeleri bile mümkün değildir.
Hayatlarının büyük bir bölümü bu şekilde geçen gençlerimizin bir kaç arkadaş dışında da kimseleri de yok. Onlarla iner, onlarla binerler.
Ellerinde ki cihazlara kendini kaptırmış, dünyadan ilgileri kesilmiş çocuklarımız…
Ne hükümetin, ne Milli Eğitim Bakanlığının, ne Kültür Bakanlığını ne de Gençlik ve Spor Bakanlığının bu konuları giderecek bir çalışması ve nede programı var…
Gençlerimiz kendi kaderlerine terk edilmiş vaziyettedirler.
YALNIZLIĞIN BİR BAŞKA ÇEŞİDİ
Bir gün büroma çok sevdiğim bir dostum olan Avukat Yılmaz Bölükbaşı girdi. Selamlaştık. Ağabey ne yazıyorsun, diye sordu. Ben de; Yılmaz “Davete icabet etmek” başlığında bir yazı yazıyorum, dedim. Yılmaz;
Ağabey, dedi. Ben sana yaşanmış bir hikâye anlatayım belki kullanırsın, dedi ve anlatmaya başladı.
Ankara’nın mobilya imalatıyla meşhur bir siteleri var. Burada sendika başkanı bir akrabam bulunmaktadır. Bu akrabama, sendika başkanı da olduğu için hemen her hafta birçok düğün davetiyesi gelir. Ancak bu akrabam bunların bir veya ikisini ziyaret edebileceği halde onların davetlerine katılmaz, davetlerine sadece çelenk gönderir.
Aradan bir müddet geçince bu sefer kendi kızının evlenmesi gündeme gelir ve düğün hazırlığı yaparak, büyücek bir salan tutar. Listesinde bulunan birçok dostunu, akrabasını ve meslektaşını düğüne bu davet eder. Öyle ya kendisi çok tanınan ve sevilen birisidir.
Düğün günü gelir çatar. Bu sendika başkanı akrabam, en yeni ve güzel elbiselerini giyer, düğün salonunun kapısında davetlileri karşılamak için beklemeye başlar.
Düğünün başlamasına yarım saat kalmış olmasına rağmen salona henüz birkaç yakın akrabası ve birkaç çelenk gelmiştir.
Kendini, daha vakit var, bizimkiler de saati saatine gelmeye alışkınlardır, diyerek teselli eder. Düğün saati gelir. Davet ettiklerinin dörtte biri gelmiş ve fakat salon bom boş durmaktadır. Kahrolur. Kendi yaptığı hatanın farkına varır. Kendisi kimsenin davetine gitmemiş sadece çelenk göndermiş, kimse de kendinin davetine icabet etmemiştir.
Hani “nasuh tövbe” derler ya, öyle bir tövbe eder. Bir daha böyle hareket etmeyeceğine ve kim davet ederse etsin mutlaka davetlere gideceğine kendi kendine söz verir.
GÜÇLÜ TOPLUM OLMAK
Hâlbuki milletin gücü, fertlerinin birbirleri ile olan yakın ilişkileri ile ölçülür. Bizim için birbirini seven ve sayan insanlar ülkesi olmak, borcun her türlüsünden kurtulmak (Dışarıya borcumuz 700 milyar dolar) ancak çalışmak, imal etmek ve üretmekle olacaktır. Devamlı tüketmek ve İthalat ile ancak borçlarımız artar.
Kendimizi işimize, dikkatimizi çevremize, ilgimizi dost ve arkadaşlarımıza çevirmedikçe her şeyimizde ferdi kalırız ve güçlü toplum olamayız. Bu yapı ise biz yok etmek isteyen düşmanlarımızın (küresel sömürücülerin) arayıp da bulamadıkları bir yapı olacaktır.
Ve dinimizin bizden istediği şeyler, bizim güçlü toplum olmamızı sağlamaktır.
“Sıla-i rahim yapınız ki rızkınız artsın” diyen ilahi emri ile anne, baba ve akrabalar arasında yakın ve sıcak ilişkiler içinde olmak,
Komşular arasında “komşu, komşunun külüne muhtaçtır” ifadesinde kendisini bulan münasebetler kurmak,
“Allah ve Resulünü seven misafirine ikram etsin” anlayışı ile misafire kapı açmak,
“Selamı yayınız” Resul emrine sarılarak tanıdık tanımadık herkese selam vermek,
“İlim beşikten mezara kadardır” ölçüsü ile sürekli ilimle meşgul olmak,
“Kişi alın terinden daha helal bir şey yememiştir” Hadis-i Şerifiyle geçimin çalışarak
kazanılmasına gayret etmek.
Allah’ın yarattığı bütün mahlûkata (insan, hayvan ve bitkilere) şefkat göstermek…
İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un bu konu ile ilgili şiirinde bakın ne diyor. “Allah’a dayan, say’e sarıl, hikmete ram ol.
Yol varsa budur. Bilmiyorum başka bir yol”
Var mı bunun içinde bilgisayar, internet…