Sultan Fatih, İstanbul’u fethettikten sonra Kral Konstantin tarafından hapsedilen iki papazı kurtararak onları huzuruna almış olduğunu ve “niçin zindana atıldınız?” sorusuna Papazlar; “Biz geleceği hakkında görüş bildiririz. Bunlar da ekseriya doğru çıkar. Kralımız da tarafınızdan kuşatılan bu şehrin akıbetini bizden sordu. Biz de yaptığımız gözlemlerden sonra Kralımıza; “Şehir Türklerin eline geçecektir” dedik. Bizim bu sözümüze kızan Kral bizi zindana attırdı” demişler.
Sultan Fatih de; “Öyleyse benim ülkem hakkında ki görüşlerinizi de öğrenmek isterim” diyerek onlara istedikleri süreyi (zamanı), rahat çalışabilmeleri için fermanını (emir name) ve bir miktar da altın ihsan etmiş (vermiş).
Papazlar tebdili kıyafetlerle (elbiselerini değiştirerek) Osmanlı ülkesinde bir geziye çıkmışlar. Günlerden bir gün vardıkları bir şehirde yorgunluklarını giderdikten sonra o şehirde yaşayanlarının ihtilafları (anlaşamazlıkları) nasıl çözülüyor acaba, diyerek mahkemeyi ve Kadıyı (Yargıç, Hâkim) ziyarete gitmişler.
BİR MÜRAFAA (DURUŞMA)
O esnada bir davaya bakılıyormuş. Davanın konusu; Mahkemeye müracaat eden üç kardeş; Bizim babamız birkaç gün önce öldü. Ölmeden önce de her üçümüzü yanına çağırarak; “Evlatlarım, ben ölüyorum. Size bir vasiyetlerim var” diyerek vasiyetlerini bildirmiş sonunda da “Evimizin bahçesinde falanca ağacın altına bir küçük küp altın gömdüm. Benden sonra onu alır bir sıkıntıya düşmeden hayatınızı sürdürürsünüz” demiş.
Kardeşler ilave etmişler; “Ancak babamızın ölümünden duyduğumuz üzüntü, defin ve teçhiz işleri ile taziyeleri kabul gibi olağan olaylarla meşgul olduk. Aradan on, on beş gün geçince babamızın bize bıraktığı altınları almak için ağacın yanına gidice altınların önceden alınmış olduğunu gördük. Birbirimize, “hangimiz aldıysa getirsin de paylaşalım” dedik. Fakat hiç birimiz altınları aldığını itiraf etmediği gibi kardeşler olarak birbirimizi de suçlar olduk” demişler ve “Bizim bu problemimizi çözünüz Kadı Efendi” demişler.
Duruşmayı takip eden Papazlar; “Dur bakalım, Kadı bu işi adaletle nasıl halledecek” diye meraklanmaya başlamışlar.
ADALET, MÜLKÜN TEMELİDİR
Kadı Efendi bunları dinleyerek önce altınların aldığı yere konması ve işin tatlıya bağlanmasını temin için her üç kardeşe de babalarının evinde yalnız olarak birer gün kalmalarını söylemiş. Bu süre içinde diğer iki kardeş başka bir yerde kalmalıdırlar demiş. Bu müddet sonunda her üçü mahkemece verilen bir mutemet (güvenli kimse) ile birlikte tekrar söz konusu ağacın yanına gitmelerini, altınlar yerinde ise meselenin hallolmuş (çözülmüş) olacağını eğer altınlar yerine konmamışsa tekrar mahkemeye gelmelerini söylemiş.
Duruşmayı takip eden Papazları da bir merak almış. Böyle, delil (kanıt) ve şahit (tanık) olmayan bir duruşmayı Kadı Efendi nasıl çözecek, acaba diye düşünmüşler.
Aradan dört gün geçince üç kardeş yine Kadı’nın yanına gelmişler ve altınların henüz bulunamadığını söylemişler. Kadı Efendi onlara; “Sizin işiniz artık daha kolay çözülecektir. Zira ben altınları kimin kaldırdığını tespit ettim. Ancak bu arada bana bir dava daha geldi. Bu davanın çözümünde sizin bana yardımcı olmanızı istiyorum” demiş ve anlatmaya başlamış;
DURUŞMA İÇİNDE DURUŞMA
“Bir fakir delikanlı gönlünü zengin bir ailenin kızına kaptırmış. Ancak aile kızı bu fakir delikanlıya vermeyerek bir başkası ile evlendirmeye karar vermiş. Kız, fakir delikanlıya; “Ailem beni sana vermedi ama ben söz veriyorum. İlk gece sana geleceğim” demiş.
Düğünün yapıldığı günün gecesi kız eşi olacak adama durumu anlatarak; “Ben ilk gecemi delikanlı ile geçirmeye söz verdim. Sen istesen de istemesen de ben ona gideceğim” diyerek ondan kerhen (istemeyerek) izin almış.
Kız, bileziklerini, kolyelerini, küpelerini takarak fakir gence gitmek üzere yola çıkmış. Yolda karşısına birkaç eşkıya (soyguncu) çıkarak kızın üzerindeki takı eşyalarını almak istemişler. Kız bunlara yalvarmış, yakarmış ve demiş ki; “Ben falan zengin ailenin kızıyım. Şu anda eşim olacak insanı evde bıraktım ve gönül verdiğim delikanlıya gidiyorum. Size de söz veriyorum dönüşte takılarımın hepsini size vereceğim.”
Eşkıyalar, kızın sözüne inanarak onu bırakmışlar.
Gecenin bir vaktinde kız, fakir delikanlının kapısı çalınmış. Kapı açan genç karşısında sevdiği kızı görünce önce hayret etmiş. Onun kendisi için geldiğini anlayınca da; “Hayır. Bu uygun değil. Sen artık bir başkasına aitsin. Seni evime alamam” diyerek onu geri çevirmiş.
FİKİR NEYSE, ZİKİR (SÖZ) ODUR
Kadı hikâyenin burasında karşısında davalarının çözümünü bekleyen kardeşlere dönerek; “Sizce kim suçludur? Karısı ilk gece başka bir erkeğe gönderen erkek mi? Gece yolda ellerine geçirdikleri daha sonra belki bir daha ele geçiremeyecekleri ziynet eşyalarını almadan bırakan eşkıyalar mı? Evine kadar gelen ve sevgilisi olan genç bir kızı kabul etmeyerek geri gönderen fakir delikanlı mı?” Ne dersiniz? demiş.
Gençlerden her biri hikâyede anlatılan birini suçlamışlar. Kardeşlerden biri de eşkıyaları suçlamış. Kadı, eşkıyaları suçlayan gence dönerek, “Babanızın mirası altınlar bu kardeşinizdedir. Eğer onu getirip vermezse kendisine ceza vereceğim” demiş. Bu buluşuna gerekçe olarak da; “Öbür kardeşler, işin ahlaki yönüyle ilgilenirken bu kardeşin aklı fikri parada ve malda olduğu için eşkıyaları suçlu bulmuştur” demiş.
Nitekim biraz sıkıştırılınca paraların o kardeş tarafından alındığı anlaşılmış.
MÜLK’E (DEVLETE) BİÇİLEN ÖMÜR
Papazlar, bir ülkenin geleceğinin, sosyal yapısı ve adalet dağıtımının şeklinden aldıkları bu bilgilerle suçlunun bulunması ve mağdurların korunmasının nasıl adil metotlarla çözüldüğünü görünce İstanbul’a dönmüşler; “Sultanımız” demişler. Ülkenizde adalet bu şekilde devam ettikçe Devletiniz ayakta kalmaya devam edecektir. Bunun da uzun yıllar süreceğine inanıyoruz” demişler.
Nitekim bu durumu adaletiyle insanlığa örnek, Hazreti Ömer; “El adl-ü esasül Mülk” yani “Adalet, mülkün temelidir” sözüyle ebedileştirmemiş midir?
Gelecekte ülke yönetimini eline alacak gençliğin, yetiştirilme şekli o ülkenin akıbeti (geleceği) hakkında bizlere önemli ipuçları vermektedir.