Gençlik inceleme yazı serisi                                                 

 Toplumu oluşturan insanlar arasında bir takım işler olacaktır. İnsan kendi ihtiyaçları için üretim yapacak, bazı ihtiyaçlarının imalatını gerçekleştirecektir. Bu esnada yanında bazı insanlar çalıştıracaktır. Burada karşımıza iş sahibi, sermaye, emek ve ücret çıkmaktadır. Üretim yaparken bazı mal ve malzemeleri borçlanarak alacak, ürettiği ve imalatını yaptığı şeyleri satarken peşin para ile verdiği olabileceği gibi vadeli satış da yapacaktır. Bu kimse bazen alacağını alamayacak bazen de borcunu ödeyemeyecektir.

Üretim ve imalatı büyük çapta yapacak bir insanın kendi sermayesi yetmeyebilir. Kendi sermayesine ilaveten dışarıdan ilave sermaye bulması gerekebilir. Borç para (kredi) bulması veya yanına bir veya bir den fazla ortak alması gerecektir.

Bütün bu konular bir veya birçok problemin doğmasına sebep olacak ve bu problemin çözümü için bir kuralın kullanılması gerekecektir.

İşte bu kurallara “ekonomik kurallar” denmektedir. Ancak bunlar da temel vasıfları (özellikleri) itibariyle ya hakka dayalı olacak veya kuvvete (çıkar, menfaat) dayalı kurallar olacaktır.

İslam, ekonomik kuralların çözümünde haksızlık yapılmamasını, hakkaniyet ölçülerinden ayrışılmamasını emir buyrulmaktadır.

            “İşçinin hakkını, alnının teri kurumadan veriniz” buyruğunda işçiye hem hakkının verilmesini (az değil) hem de işi tamamlanır tamamlanmaz bu hakkın ödenmesini emir buyurmuştur.

            Dinimiz faizi alana da verene de yasaklamış, borç verilecekse “karz-ı hasen – iyi borç” verilmesi yolunu teklif etmekte, “Faiz ile uğraşanların Allah ve Resulüyle harp ettiklerinin…” ikazını yapmaktadır.

            İsraf (savurganlık) kesinlikle yasaktır. Benim param var diyen her kesin har vurup harman savurmasının yasak olduğunu belirten İslam, onun israf ettiklerinin başkalarının kullanmak için aradığı şeyler olduğunu, buna da kimsenin hakkı olmadığını belirtmektedir.

            Mal alacağında onu kötülememesini, satacağında da onu övmemesi tavsiye edilmiştir.

            “İki günü birbirine müsavi (denk) olanın zararda olduğu” bildirilmiş, böylece İslam toplumunun her zaman ve her sahada daha ileriye gitmek için çalışılmasını istemiştir.

            Kişiler arasında çıkacak ihtilafların çözümünde karşılaşılacak sistem, “hukuk sitemi” olacaktır. Hukuk sistemi de karşımıza yine iki şekilde çıkmaktadır. Birincisi içinde mutlak adaleti barındıran “adil hukuk sistemi” dir. Diğeri de adı hukuk ve “adaleti sağlıyoruz” iddiasında bulundukları halde güçlülerin çıkarlarını öne alarak hazırlanan ve adaletten uzak “beşeri hukuk sistemi” dir.

            Bu hukuk sistemi her gün durmadan değişmektedir. Şu soruyu sormak insan olarak her kesin hakkıdır. “Aynı problemin çözümünde kullanılan hukuk kuralı dün böyle yarın şöyleyse, bu çözümün hangisi haktır. Dünkü çözüm mü, bu günkü çözüm mü yoksa yarın ki çözüm mü? Bu kurallar, iki parmak fazladır diye yarın tekrar değişeceğine göre yarın ki çözüme ne ad verilecektir?”

            Hukuk sisteminde İslam, “doğru ölçmeyi, düzgün tartmayı, hile yapmamayı, kimseyi aldatmamayı, iyilerini üste koyarak altına çürükleri yerleştirmemeyi, karaborsa yapmamayı, rüşvet almamayı, devletin malını soymamayı…” öğütlemiş, “El adl-ü esasül mülk – Adalet mülkün (idarenin) temelidir” buyuran Hazret-i Ömer, eğer adaletten ayrılınırsa, devletin bile elden gidebileceğini ifade etmiştir.

            SİSTEMİN DİĞER İKİ AYAĞI

            Sistemin temel ayaklarından birisi “ilmi sistem” diğeri ise “ahlaki sistem” dir.

            İlim, Allah’ın koyduğu kanunların biz insanlar tarafından bulunmasına verilen isimdir. Yer çekimi kanunu, aynı kutupların birbirini itmesi, ters kutupların birbirlerini çekmesi, maddenin sakınımı kanunu, birleşik kaplar kanunu, merkez kaç kuvveti… gibi bütün ilmi konular zaman içinde insanlar tarafından bulundukça ilimdeki yerlerini almıştır.

            Şu gerçeği söyleyebiliriz. “Allahın kanunları ve emirleri asla ilimle çelişki içinde değildir.” Gerçek ilim adamları Allah’ın varlığını ve birliğini bulan insanlardır.

            Onun için Batılı ilim adamları, ilimde ilerledikçe Müslümanlığa yaklaşmak ta ve bir gün Müslüman olduklarını ilan etmektedirler. İslam da ise insanlar cahilleştikçe İslam’dan uzaklaşmakta ve bir gün küfür bataklığına düşmektedirler.

            Matematikte, kimyada, fizikte, cebir ve geometride karşılaştığımız formüller, mef’umların harf ve rakamlarla gösterilmiş şekilleridir. Böyle bir ilmi hakikat uzun uzun anlatılacağına daha kısa anlatım kazanmakta ve yine bu formüller sayesinde bazı matematiksel işlemlerin yapılması mümkün olabilmektedir.

            Ahlakî sistem her işin temelini teşkil eder. Çünkü her işimiz sonunda insanla tamamlanır. Eğer insan ahlaklı ise yaptığı her iş de, “İnsanın hayırlısı, başkalarına faydalı olanıdır” esasına dikkat eder ve hep başkalarına faydalı olmaya çalışır. Ama ahlaktan yoksun bir insan başkalarına faydalı olmak yerine, hep kendi çıkarını gözetecektir.

            Cennet mekân Hocamız Prof. Dr. Necmettin Erbakan; “İslam âlimleri ve kimyagerleri hastalılar ve bunların şifaları konularına çalışmalı, Batıdan gelen ilaçların yerine yeni ilaçlar geliştirmelidirler” derdi. Devamla; “Çünkü Batılı ilaç üreticileri hastalığın tedavi edilmesini değil, teskin edilmesini isterler. Belki ağrınız diner ama hastalığınız geçmez. Veya bu ilaçlar bir yeri tamir ederken başka bir yerini bozarlar. Onlar, eğer hastalıklar tedavi olursa, pazarlarını kaybedeceklerinden korkarlar” derdi.

            Ahlak, ancak İslam ahlakıdır. Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (s.a.v) “Ben güzel ahlakı kemale erdirmek için bas olundum (gönderildim)” buyurarak, insanlar ve özellikle de Müslümanların Peygamberimizin ahlakı ile ahlaklanmasına işaret etmiştir. Bunun dışında bahsedilen ahlak var denirse bu ancak ahlaksızlıktır. İslam bunu için “insanın namazla, oruçla, hacla veya umreyle değil para ile denenmesini…” istemektedir.

 

 Nevzat Laleli

 HAY-DER Gen. Başk.